27 Aralık 2015 Pazar

MİLLİ SPORCU EKİN BOZ ile OKÇULUĞA DAİR

Akdeniz Universitesi BESYO öğrencilerinden milli okçu Ekin Boz ile “ata sporumuz” olan okçuluğun neden olması gereken noktada olmadığına, okçuluğun dünden bugününe, ülkede spor kültürünün gelişmeyişinde ailenin ve çevrenin nerede durduğuna dair keyifli bir söyleşi yaptık.

16 Aralık 2015


 Kısaca kendinizi tanıtmanız gerekirse?

- İsmim Ekin Boz. Okçuluğa 9 yaşında başladım. Şu an 21 yaşındayım ama yıldızlarda ve gençlerde çok fazla derece aldım zamanında. Hâli hazırda milli takım sporcusuyum. Özellikle Antalya’da düzenlenenler olmak üzere, Avrupa şampiyonası gibi uluslararası standartta turnuvalara çok fazla katıldım. Güzel bir şekilde devam ediyorum hâlâ.

Okçuluğun çok yaygın bir spor olmadığını söylemek mümkün. Bu bakımdan sporla tanışma hikâyenizi duymak isterim. Birilerinin desteği ve yönlendirmesinden bahsetmek mümkün mü, yoksa bütünüyle şans eseri mi oldu başlangıcınız?

- Aslında bütün sporları yaptım diyebilirim dokuz yaşına kadar. İlk yüzmeyle başladım, daha sonra annemin isteğiyle basketbol, tekvando, badminton, voleybol, futbol vs. hepsini yaptım daha sonra yine annemin yönlendirmesiyle okçulukla tanıştım. Şu an kalkmış olmasına rağmen, o dönem 10 yaş gibi bir alt yaş sınırı mevcuttu, dokuz yaşındaydım dolayısıyla almadılar ama daha sonra Gülşen hocamın bizzat istemesiyle spora dâhil oldum. Dediğim gibi, dokuz yaşında başladım bu spora, şu anda da hâlâ devam ediyorum. Aynı zamanda antrenörlüğünü de yapıyorum üç senedir.

Çok basit şekilde, neden diğer sporlar değil de okçuluk? Sonuçta yüzme ve tekvando da dahil diğer sporlarda da geçmişiniz olduğundan bahsettiniz?

- Öncelikle annemin hakkını vermem gerekir, o çok istedi benim okçu olmamı. Ardından okçuluğa başladığım dönem Vladimir Lekveishvili (Gürcü) diye bir hocam vardı onu da saymamak olmaz, ikisinin bana çok fazla emeği geçti. Bana sürekli “Sen bu spordan ekmek yiyeceksin” diyorlardı ilk zamanlarımda. Bunun yanı sıra okçuluk diğer sporlara nazaran gerçekten bağımlılık yaratıyor. Tenis ve basketbol da yaptım ama bu kadar sporun içinde olmadığı rahatlıkla söyleyebilirim. Okçuluğu defalarca bırakıp tekrar başladım fakat okçuluğun verdiği hazzı başka sporlarda bulamadım. Yarışmaya gittiğin her seferinde de bir para ödülüyle olsun bir madalyayla olsun döndüğün zaman, ister istemez daha çok bağlanıyorsun diyebilirim


Okçuluk bir bakıma da güç sporu, dolayısıyla hedefi vurmadan önce mutlaka bir hazırlık süreci olmalı. Buraya gelmeden önce başlangıçta serum lastikleriyle çalışıldığını okumuştum, ki sporun en sıkıcı dönemi olduğu konusunda da çoğunluk hem fikirdi.

-Ben başladığım dönem, o serum lastiği denilen aletle tam 7 ay lastik çektim ve gerçekten inanılmaz derecede sıkılmıştım. Yaşımın küçük olmasından dolayı yapılan bir uygulamaydı ancak alt yapımın sağlam gelmesini sağladılar, bu bakımdan şimdi iyi ki diyorum. Günümüzde okçuluk benim öğrendiğim zamanki gibi değil. Evvelden ilk olarak serum lastiğiyle başlanırdı, şimdi onun yerini plates lastikleri aldı çünkü serum lastiği bulmak mümkün değil. Dolayısıyla plates lastiğiyle başlanıyor, serum lastiğinden farklı olarak plates lastiğinde bırakışı da öğreniyorsun. Ardından belli bir süre tahta yay çektiriyorlar, ardından tahta yayla ok atıyorsun. Tahta yaydan sonraki aşamada metal yaya geçiyorsun, rotunu, ağırlığını, okunu takıyorsun derken çocuklar daha fazla hevesleniyorlar. Metal yayın dışında bir de makaralı yaylar var, bu da aynı şekilde klasikten başlar ama eğer sporcunun el-göz koordinasyonu mekanik bir sisteme uygunsa onu bu yaylara yönlendiriyorlar. Şu an olimpiyatlarda geçerliliği olmayan bir dal makaralı yay, ilk denemeleri 2016’da yapılacak.

Madalya aldığınız ve almadığınız bir turnuvayı yan yana koyun, karşılaştığınız rakiplerin de aynı isimler olduğunu farz edin. İkisi arasındaki farktan bahsetmeniz gerekirse, neler söylemek isterdiniz?

- Bunu aslında açıklamak çok kolay, çünkü kendi elinde olan bir şey bu. Şunu yaptım on ikiden vurdum ya da şunu yapamadım ondan böyle oldu diyebiliyorsun. Antrenman yapmamışsındır, mental olarak hazırlanmamışsındır, o gün iyi uyuyamamışsındır, iyi kahvaltı yapmamışsındır; bunlar hep eksi. Örneğin madalya aldığın bir yarışmada atıyorum kahve içmemişsindir. Okçuların uzun süre hedefe odaklanabilmeleri için kalp atım hızlarının düşük olması gerekiyor ki, kahve içmek kalp atım hızını yükseltiyor. Kahve içtiğin için kalbin iki kere daha fazla attı diyelim, bu gayet ufak bir ayrıntı olmasına rağmen seni hedeften şaşırtabilir, nihayetinde 70 metre gibi mesafeden atıyorsun.

Şunu sormak istiyorum, okçuluk “ata sporu”muz olmasına rağmen neden gerektiği kadar saygın değil, hatta şöyle sormak daha uygun olur sanırım neden olması gerektiğini düşündüğümüz yerde değil?

- Aslında Türkiye’nin sadece okçulukla değil, bütün sporlarla bir kavgası dövüşü olduğunu söyleyebilirim. Öyle ki, bütün sporlarımız bu kadar aşağıda. Olimpiyatlara gönderdiğimiz bireysel sporcu sayısı iki ya da üçü geçmiyor. Öte yandan her sporcunun taşıdığı kaygı ve korkuları var, sakatlık kâbusundan dolayı. Örneğin ben milli sporcuyum, Gençlik ve Spor Bakanlığı bana; “Sen milli sporcusun, ben seni olimpiyatlara hazırlayacağım, sakatlık hâlinde bile senin arkanda duracağım” dediği takdirde ben spora daha çok bağlanırım. Ama sen bunu demiyorsan sporcunun spora bağlanmasını bekleyemezsin. Çünkü ama az ama çok olsun bir aile baskısı var, bunun yanında dış baskılar ve çevre koşulları da var. Ben millilik bursu alıyorum şu an Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan, bana “Sen okulu bırak, gel kamplara, hazırlayalım milli takıma seni” dediklerini düşünelim örneğin. Şu an beden eğitimi bölümünde okuyorum, burada dört hafta normal, dört hafta da kamp izin yazısıyla devamsızlığın olduğu söyleniyor. Bu iki ay yapıyor, okul neredeyse dört ay. Hadi diyelim ki 2 ay okula gitmedin, 2 ay derslere girmek zorundasın, sınavlara girmek zorundasın. Sen derslere gelmeyip sınavlara girmeyince okuldaki hocalar diyor ki, “Sen derse gelmiyorsun, ben seni nasıl geçireyim?” İster istemez hak veriyorsun, sonuçta ileride bize çocuklarını emanet edecekler, başka insanlar da aynı şekilde; sen burada bir şey öğrenmediğin takdirde, istersen olimpiyat şampiyonu ol; öğrencine bir şey öğretemedikten sonra senden öğretmen ya da antrenör olmaz. Diğer taraftan da antrenman yapmam isteniyor, tanrı korusun, trafik kazası geçirdikten sonra, kolumu kaybettikten sonra bana aynı millilik bursunu verecekler mi? Bu kaygılar seni uzaklaştırıyor ister istemez. 


 Ailenin öneminden bahsetmiştiniz. Siz de karşılaşmışsınızdır sıklıkla, klasik hikâyedir; “Çok yetenekliydim, ailem beni desteklemedi, o nedenle sporcu olacağıma gayet normal bir hayata sahip oldum.” Spora devam konusunda ki; hobiden ziyade, burada milli takıma yükselmekten, bu işten para kazanmaktan ve profesyonellikten bahsediyorum, ailenin gerçekten birinci derecede etkin bir rolde olduğuna inanıyor musunuz? Diğer taraftan tam tersi hikâyelerin de olduğunu söylemek mümkün değil mi? Ailesine resti çekip çok büyük sporcu olanlar da mevcut. Yani belli noktalarda bireysel kararlar vermenin de önemli olduğunu düşünüyorum. “Evlatlar kendi yollarına gitmelidir” sözüne inanıyorum bir bakıma.

- Bence aile, çok etkili. Mesela anne-baba izin vermedikten sonra sen şuradan şuraya adım atamazsın. Bu yaşla da alakalı bir durum değil, sen 40 yaşına gelsen de, annene veya babana şunu yapabilir miyim diye sorsan, “hayır” cevabını aldığında bitiyor. Çünkü onların rızasını, iznini de almak istiyorsun bir yerde. Öte yandan, bizim olimpiyat şampiyonlarında da bir sıkıntı var, şampiyon olan beş kişiden üçü dopingli çıkıyor. Doping de, hem aileden hem antrenörden hem de çevre koşullarından alınan bir şey. Doping de öyle acımasız bir olay ki, ne şerefin ne haysiyetin kalıyor. Bana böyle bir olayla karşılaşmaktansa, annemin yanında otururum daha mantıklı geliyor. Diyelim ki çok başarılı olacaksın, çok ilerleyeceksin, olimpiyat şampiyonluğuna kadar ilerleyeceksin; ama belki de çıkamayacaksın, onun bir garantisi yok, bu yönden yani aileye rest çekecek kadar önemli bir durumun olmadığını düşünüyorum.

Dopingden bahsettiniz. Dopingden sonra sporcuya olumsuz bir yaklaşım illa ki oluyor söylediğiniz üzere. Mesela Tanrı korusun, doping testiniz pozitif çıktı, ancak siz dopingli madde kullandığınızın farkında değilsiniz. Bundan sonraki spor yaşantınıza, size karşı olumsuz bakışlara aldırmadan devam edebilir miydiniz?

- Olimpiyat havuzu denen bir şey var. Genelde belirli tarihler verirler sporcuya ama bazen de o an doping kontrolü yapmıyorlar sana, şu saatte nerede olduğunu bildiriyorsun internet adreslerine, ona göre gelip bir anda kan testini yapıveriyorlar. Ben hayatımda hiç doping ilacı kullanmadım, belki de kullanmışımdır benim haberim yok. Yani doping kullanayım diye doping kullanmadım ama belki aldığım bir ilaçta doping vardır, ama doktor bunu bilmiyordur. Mesela penisilinler dopingtir aslında, ben penisilinin doping olduğunu sonra kendim araştırarak öğrendim. Dönebilir misin spora? Elbette dönebilirsin ama bu noktada antrenörüm kilit noktada. Benim antrenörüm eğer benim arkamda duruyorsa ben o spora devam ederim. Eğer antrenörüm de bana inanmıyorsa ben o spora devam edemem diyebilirim.

Siz de bahsettiniz, milli takıma yükselen sporcularda genellikle 9-10 yaşlarından itibaren ki bunu rahatlıkla 5-6’ya çekebiliriz, bir hazırlık süreci mevcut. Şimdi 23 yaşında bir adam düşünün, başlangıçta hobi olarak başladığı bu sporda, alt yapı eğitimi almamış olmasına rağmen bir süre sonra milli sporcu olma hayalleri kuruyor. Olağan bir şey mi sizce?

- Atletizmde şu vardır; “Genlerden gelen yetenek”. Okçuluk da benzer bir yetenekten bahsetmenin mümkün olmadığını söyleyebilirim. Eğer senin kolun uygun değilse, senin dikkatin çok dağınıksa, eğer senin kafa yapın uygun değilse, zaten istesen 20 sene ok at, yine milli takıma giremezsin. Ama diyelim ki çok yeteneklisindir, hiçbir şekilde yapmamışsındır, okçuluğa başladığının ikinci günü deli gibi puan almışsındır; çünkü kafan rahattır. Ben biraz okçuluğa kumar olarak bakıyorum, düşünsenize 70 m’den atıyorsunuz, her şeyi düzgün yaptığınıza inanıyorsunuz, gerçekten de isabet tahtasında 10’a atmamış olmanız için hiçbir olumsuz koşul yok ama ok sağda 8’e gitti. Bunun nedenini o an çözmeye çalışıyorsun, hocana neden böyle oldu diye soruyorsun, hocan “Neden bırakışını açtın?” diye soruyor ama sen bırakışının farkında değilsin ki. O gitti artık, kurtuluşun yok. Çok ileri yaşlarda başlayıp milli takıma yükselenleri de gördüm, tam aksine küçük yaşlarda başlayıp hiç yükselemeyenleri de gördüm. Ben mesela çok çok sonra girdim milli takıma, 2009’da milli takım kamplarına katılmaya başladım, milli sporcu ünvanını da 2013’te alabildim ancak. Olabilir yani.


HABER: Gökhan GÜNÜÇ

1 yorum:

  1. Peki ya milli sporcu Olmak için ne yapmalıyım Ben 3,5-4 senedir okçulukla uğraşıyorum ve bende milli sporcu olmak istiyorum ne yapmalıyım nereye başvurmalıyım cevaplarsanız sevinirim.

    YanıtlaSil