16 Aralık 2015
Kısaca kendinizi tanıtmanız
gerekirse?
- İsmim Ekin
Boz. Okçuluğa 9 yaşında başladım. Şu an 21 yaşındayım ama yıldızlarda ve gençlerde
çok fazla derece aldım zamanında. Hâli hazırda milli takım sporcusuyum.
Özellikle Antalya’da düzenlenenler olmak üzere, Avrupa şampiyonası gibi
uluslararası standartta turnuvalara çok fazla katıldım. Güzel bir şekilde devam
ediyorum hâlâ.
Okçuluğun çok yaygın bir spor
olmadığını söylemek mümkün. Bu bakımdan sporla tanışma hikâyenizi duymak
isterim. Birilerinin desteği ve yönlendirmesinden bahsetmek mümkün mü, yoksa
bütünüyle şans eseri mi oldu başlangıcınız?
- Aslında
bütün sporları yaptım diyebilirim dokuz yaşına kadar. İlk yüzmeyle başladım, daha
sonra annemin isteğiyle basketbol, tekvando, badminton, voleybol, futbol vs. hepsini
yaptım daha sonra yine annemin yönlendirmesiyle okçulukla tanıştım. Şu an
kalkmış olmasına rağmen, o dönem 10 yaş gibi bir alt yaş sınırı mevcuttu, dokuz
yaşındaydım dolayısıyla almadılar ama daha sonra Gülşen hocamın bizzat
istemesiyle spora dâhil oldum. Dediğim gibi, dokuz yaşında başladım bu spora,
şu anda da hâlâ devam ediyorum. Aynı zamanda antrenörlüğünü de yapıyorum üç
senedir.
Çok basit şekilde, neden diğer
sporlar değil de okçuluk? Sonuçta yüzme ve tekvando da dahil diğer sporlarda da
geçmişiniz olduğundan bahsettiniz?
- Öncelikle annemin
hakkını vermem gerekir, o çok istedi benim okçu olmamı. Ardından okçuluğa başladığım
dönem Vladimir Lekveishvili (Gürcü) diye bir hocam vardı onu da saymamak olmaz,
ikisinin bana çok fazla emeği geçti. Bana sürekli “Sen bu spordan ekmek
yiyeceksin” diyorlardı ilk zamanlarımda. Bunun yanı sıra okçuluk diğer sporlara
nazaran gerçekten bağımlılık yaratıyor. Tenis ve basketbol da yaptım ama bu
kadar sporun içinde olmadığı rahatlıkla söyleyebilirim. Okçuluğu defalarca
bırakıp tekrar başladım fakat okçuluğun verdiği hazzı başka sporlarda bulamadım.
Yarışmaya gittiğin her seferinde de bir para ödülüyle olsun bir madalyayla
olsun döndüğün zaman, ister istemez daha çok bağlanıyorsun diyebilirim
Okçuluk bir bakıma da güç sporu,
dolayısıyla hedefi vurmadan önce mutlaka bir hazırlık süreci olmalı. Buraya
gelmeden önce başlangıçta serum lastikleriyle çalışıldığını okumuştum, ki
sporun en sıkıcı dönemi olduğu konusunda da çoğunluk hem fikirdi.
-Ben
başladığım dönem, o serum lastiği denilen aletle tam 7 ay lastik çektim ve
gerçekten inanılmaz derecede sıkılmıştım. Yaşımın küçük olmasından dolayı yapılan
bir uygulamaydı ancak alt yapımın sağlam gelmesini sağladılar, bu bakımdan
şimdi iyi ki diyorum. Günümüzde okçuluk benim öğrendiğim zamanki gibi değil. Evvelden
ilk olarak serum lastiğiyle başlanırdı, şimdi onun yerini plates lastikleri
aldı çünkü serum lastiği bulmak mümkün değil. Dolayısıyla plates lastiğiyle
başlanıyor, serum lastiğinden farklı olarak plates lastiğinde bırakışı da
öğreniyorsun. Ardından belli bir süre tahta yay çektiriyorlar, ardından tahta
yayla ok atıyorsun. Tahta yaydan sonraki aşamada metal yaya geçiyorsun, rotunu,
ağırlığını, okunu takıyorsun derken çocuklar daha fazla hevesleniyorlar. Metal
yayın dışında bir de makaralı yaylar var, bu da aynı şekilde klasikten başlar
ama eğer sporcunun el-göz koordinasyonu mekanik bir sisteme uygunsa onu bu
yaylara yönlendiriyorlar. Şu an olimpiyatlarda geçerliliği olmayan bir dal
makaralı yay, ilk denemeleri 2016’da yapılacak.
Madalya aldığınız ve almadığınız bir
turnuvayı yan yana koyun, karşılaştığınız rakiplerin de aynı isimler olduğunu farz
edin. İkisi arasındaki farktan bahsetmeniz gerekirse, neler söylemek
isterdiniz?
- Bunu aslında
açıklamak çok kolay, çünkü kendi elinde olan bir şey bu. Şunu yaptım on ikiden
vurdum ya da şunu yapamadım ondan böyle oldu diyebiliyorsun. Antrenman yapmamışsındır,
mental olarak hazırlanmamışsındır, o gün iyi uyuyamamışsındır, iyi kahvaltı
yapmamışsındır; bunlar hep eksi. Örneğin madalya aldığın bir yarışmada atıyorum
kahve içmemişsindir. Okçuların uzun süre hedefe odaklanabilmeleri için kalp
atım hızlarının düşük olması gerekiyor ki, kahve içmek kalp atım hızını
yükseltiyor. Kahve içtiğin için kalbin iki kere daha fazla attı diyelim, bu
gayet ufak bir ayrıntı olmasına rağmen seni hedeften şaşırtabilir, nihayetinde
70 metre gibi mesafeden atıyorsun.
Şunu sormak istiyorum, okçuluk “ata
sporu”muz olmasına rağmen neden gerektiği kadar saygın değil, hatta şöyle
sormak daha uygun olur sanırım neden olması gerektiğini düşündüğümüz yerde
değil?
- Aslında Türkiye’nin
sadece okçulukla değil, bütün sporlarla bir kavgası dövüşü olduğunu
söyleyebilirim. Öyle ki, bütün sporlarımız bu kadar aşağıda. Olimpiyatlara gönderdiğimiz
bireysel sporcu sayısı iki ya da üçü geçmiyor. Öte yandan her sporcunun
taşıdığı kaygı ve korkuları var, sakatlık kâbusundan dolayı. Örneğin ben milli
sporcuyum, Gençlik ve Spor Bakanlığı bana; “Sen milli sporcusun, ben seni
olimpiyatlara hazırlayacağım, sakatlık hâlinde bile senin arkanda duracağım”
dediği takdirde ben spora daha çok bağlanırım. Ama sen bunu demiyorsan sporcunun
spora bağlanmasını bekleyemezsin. Çünkü ama az ama çok olsun bir aile baskısı
var, bunun yanında dış baskılar ve çevre koşulları da var. Ben millilik bursu
alıyorum şu an Gençlik ve Spor Bakanlığı’ndan, bana “Sen okulu bırak, gel
kamplara, hazırlayalım milli takıma seni” dediklerini düşünelim örneğin. Şu an
beden eğitimi bölümünde okuyorum, burada dört hafta normal, dört hafta da kamp
izin yazısıyla devamsızlığın olduğu söyleniyor. Bu iki ay yapıyor, okul
neredeyse dört ay. Hadi diyelim ki 2 ay okula gitmedin, 2 ay derslere girmek
zorundasın, sınavlara girmek zorundasın. Sen derslere gelmeyip sınavlara
girmeyince okuldaki hocalar diyor ki, “Sen derse gelmiyorsun, ben seni nasıl
geçireyim?” İster istemez hak veriyorsun, sonuçta ileride bize çocuklarını
emanet edecekler, başka insanlar da aynı şekilde; sen burada bir şey öğrenmediğin
takdirde, istersen olimpiyat şampiyonu ol; öğrencine bir şey öğretemedikten
sonra senden öğretmen ya da antrenör olmaz. Diğer taraftan da antrenman yapmam
isteniyor, tanrı korusun, trafik kazası geçirdikten sonra, kolumu kaybettikten
sonra bana aynı millilik bursunu verecekler mi? Bu kaygılar seni uzaklaştırıyor
ister istemez.
Ailenin öneminden bahsetmiştiniz. Siz
de karşılaşmışsınızdır sıklıkla, klasik hikâyedir; “Çok yetenekliydim, ailem
beni desteklemedi, o nedenle sporcu olacağıma gayet normal bir hayata sahip
oldum.” Spora devam konusunda ki; hobiden ziyade, burada milli takıma
yükselmekten, bu işten para kazanmaktan ve profesyonellikten bahsediyorum,
ailenin gerçekten birinci derecede etkin bir rolde olduğuna inanıyor musunuz?
Diğer taraftan tam tersi hikâyelerin de olduğunu söylemek mümkün değil mi?
Ailesine resti çekip çok büyük sporcu olanlar da mevcut. Yani belli noktalarda
bireysel kararlar vermenin de önemli olduğunu düşünüyorum. “Evlatlar kendi
yollarına gitmelidir” sözüne inanıyorum bir bakıma.
- Bence
aile, çok etkili. Mesela anne-baba izin vermedikten sonra sen şuradan şuraya
adım atamazsın. Bu yaşla da alakalı bir durum değil, sen 40 yaşına gelsen de,
annene veya babana şunu yapabilir miyim diye sorsan, “hayır” cevabını aldığında
bitiyor. Çünkü onların rızasını, iznini de almak istiyorsun bir yerde. Öte
yandan, bizim olimpiyat şampiyonlarında da bir sıkıntı var, şampiyon olan beş
kişiden üçü dopingli çıkıyor. Doping de, hem aileden hem antrenörden hem de
çevre koşullarından alınan bir şey. Doping de öyle acımasız bir olay ki, ne
şerefin ne haysiyetin kalıyor. Bana böyle bir olayla karşılaşmaktansa, annemin
yanında otururum daha mantıklı geliyor. Diyelim ki çok başarılı olacaksın, çok
ilerleyeceksin, olimpiyat şampiyonluğuna kadar ilerleyeceksin; ama belki de
çıkamayacaksın, onun bir garantisi yok, bu yönden yani aileye rest çekecek
kadar önemli bir durumun olmadığını düşünüyorum.
Dopingden bahsettiniz. Dopingden
sonra sporcuya olumsuz bir yaklaşım illa ki oluyor söylediğiniz üzere. Mesela Tanrı
korusun, doping testiniz pozitif çıktı, ancak siz dopingli madde
kullandığınızın farkında değilsiniz. Bundan sonraki spor yaşantınıza, size karşı
olumsuz bakışlara aldırmadan devam edebilir miydiniz?
- Olimpiyat
havuzu denen bir şey var. Genelde belirli tarihler verirler sporcuya ama bazen
de o an doping kontrolü yapmıyorlar sana, şu saatte nerede olduğunu
bildiriyorsun internet adreslerine, ona göre gelip bir anda kan testini
yapıveriyorlar. Ben hayatımda hiç doping ilacı kullanmadım, belki de
kullanmışımdır benim haberim yok. Yani doping kullanayım diye doping
kullanmadım ama belki aldığım bir ilaçta doping vardır, ama doktor bunu
bilmiyordur. Mesela penisilinler dopingtir aslında, ben penisilinin doping
olduğunu sonra kendim araştırarak öğrendim. Dönebilir misin spora? Elbette dönebilirsin
ama bu noktada antrenörüm kilit noktada. Benim antrenörüm eğer benim arkamda
duruyorsa ben o spora devam ederim. Eğer antrenörüm de bana inanmıyorsa ben o
spora devam edemem diyebilirim.
Siz de bahsettiniz, milli takıma
yükselen sporcularda genellikle 9-10 yaşlarından itibaren ki bunu rahatlıkla
5-6’ya çekebiliriz, bir hazırlık süreci mevcut. Şimdi 23 yaşında bir adam
düşünün, başlangıçta hobi olarak başladığı bu sporda, alt yapı eğitimi almamış
olmasına rağmen bir süre sonra milli sporcu olma hayalleri kuruyor. Olağan bir
şey mi sizce?
- Atletizmde
şu vardır; “Genlerden gelen yetenek”. Okçuluk da benzer bir yetenekten bahsetmenin
mümkün olmadığını söyleyebilirim. Eğer senin kolun uygun değilse, senin
dikkatin çok dağınıksa, eğer senin kafa yapın uygun değilse, zaten istesen 20
sene ok at, yine milli takıma giremezsin. Ama diyelim ki çok yeteneklisindir,
hiçbir şekilde yapmamışsındır, okçuluğa başladığının ikinci günü deli gibi puan
almışsındır; çünkü kafan rahattır. Ben biraz okçuluğa kumar olarak bakıyorum, düşünsenize
70 m’den atıyorsunuz, her şeyi düzgün yaptığınıza inanıyorsunuz, gerçekten de
isabet tahtasında 10’a atmamış olmanız için hiçbir olumsuz koşul yok ama ok
sağda 8’e gitti. Bunun nedenini o an çözmeye çalışıyorsun, hocana neden böyle
oldu diye soruyorsun, hocan “Neden bırakışını açtın?” diye soruyor ama sen bırakışının
farkında değilsin ki. O gitti artık, kurtuluşun yok. Çok ileri yaşlarda
başlayıp milli takıma yükselenleri de gördüm, tam aksine küçük yaşlarda
başlayıp hiç yükselemeyenleri de gördüm. Ben mesela çok çok sonra girdim milli
takıma, 2009’da milli takım kamplarına katılmaya başladım, milli sporcu
ünvanını da 2013’te alabildim ancak. Olabilir yani.
HABER: Gökhan GÜNÜÇ
Peki ya milli sporcu Olmak için ne yapmalıyım Ben 3,5-4 senedir okçulukla uğraşıyorum ve bende milli sporcu olmak istiyorum ne yapmalıyım nereye başvurmalıyım cevaplarsanız sevinirim.
YanıtlaSil